-YAZARIN ANLATIMINDAN-
Küçük kız gelen telefon sesiyle bilgisayarın başından kalktı. Babası bu saatte asla aramazdı çünkü toplantıda olurdu hep. Arkadaşları da aramazdı çünkü arkadaşları o saatte onun gibi sosyal medyada olurdu. Ve arayacaklarsa da önceden mesaj atarlardı. İçinde yetişen merakla odasından salona girdi. Bakışları salondaki telefonu arıyordu. Telsiz telefonun sesini takip ederek koltuğun arkasına atladı. Gözlerini koltukla yerin arasındaki karanlık boşlukta telefonu arıyordu. Telefonu görünce kollarını, gittiği yere kadar uzattı. Ama telefona yetişmiyordu. Biraz daha kolunu sıkıştırınca arada parmak uçları telefona değdi. Telefonu döndürerek yakınlaştırdı. Sonra kendine çekti. Arayan numarayı görünce heyecandan çığlık atacağına emindi.
"Alo!" diye gelen çoşkulu sesle kendini gerçeğe dönmeye zorluyordu.
"Abla?" dedi. Sesi titrek gitmişti. Hattın ucunda uzun bir süre bekleme oldu.
"Kardeşim, bir şey mi oldu?" dediğinde kız başını salladı. Bunu ablasının görmeyeceğini fark edince konuştu.
"Abla, aradığına şaşırdım sadece."
"Kardeşimi arayamaz mıyım?" Ufaktan güldü küçük kız. Haatın karşısındaki de güldü.
"Ararsın abla. Neler oldu?"
"İlla bir şey mi olmalı?"
"Evet, genelde bir şey olduğunda arıyorsun da."
"Aslında oldu. Yeni bir eve taşındık kardeşim."
"Nereye?" dediğinde hattın ucundaki abla taşındıkları yeri evin nosuna kadar tarif etti. Tarif ederken küçük kız anlayışla başını salladı.
"Neden gittiniz?" Hattın diğer kısmındaki kız bir süre duraksadı.
"Yine taini çıktı."
"Of, yine mi başka bir yere gittiniz?"
"Evet."
İkisi de bir süre sustular. Sonra diğer kız konuştu.
"Senin orada işler nasıl gidiyor?"
"Her zaman ki gibi. Babam eve geç geliyor. Annemi ve seni özlüyorum. Okulda battım. Ve bilgine geçen hafta 3. cici anneme veda ettim."
"4.gelmesinde..."
"Abla, ne zaman görüşeceğiz tekrar?"
"Bilmiyorum kardeşim. Belki yazın sen gelirsin."
"Sen niye gelemiyorsun?"
"Babamı göremeyeceğim nasılsa. Ama sen annemi görebilirsin!" dediğinde küçük kız neşeyle el çırptı.
Ablasıyla konuşmayı seviyordu. Ama yapması gereken işler vardı...
"Abla özür dilerim ama yapmam gereken işler var. Özür dilerim tekrar. Görüşürüz." deyip hızlıca telefonu kapattı. Karşısındakinin tek kelime etmesine izin vermemişti...
-----
Abla'nın Ağzından
-----
Elimdeki telefonu kapatıp, yatağa uzandım. Ne olmuştu buna böyle? Karamsar bir biçimde düşünürken alt kattan kapının çaldığını işittim. Kim olduğunu bilmiyordum. Gergince merdivenlerden inmeye başladım. Delikten dışarıya baktığımda bir oğlan çocuğu ve annesi gibi görünen bir kadın gördüm. Kim olduklarını merak ediyordum ve kapıyı açtım. Kadın tüm samimiyetiyle gülümsüyordu. Yanındaki çocuk ise bıkkın bir eda taşıyordu. Ne yapmışlardı buna ya?
Arkalarından giren annemi görnce yüzüme samimi bir tebessüm yerleşti. Misafir gelmişti. Kenara çekilip içeriye girmelerine izin verdim. İçimden çıkan heyecana engel olamıyordum artık.
"Hoşgeldiniz efendim!"
"Hoşbulduk canım. Sanırım siz buraya yeni taşındınız. Hoşgeldine gelmek istemiştik." dediğinde oğlu homurdandı.
"Buyrun içeri geçin." diyen annemi takip etmeye başladılar. Onlar salona geçince bende mutfağa geçtim. Su ısııcısına biraz su koyup çalıştırdım. Dolaptan çay poşetlerinden birini çıkartıp fincanlara koydum. Şekeri de çıkartmıştım ama ne kadar istediklerini bilmiyordum.
Salona yanlarına geçip sormaya karar verdim. Salona geçince herkesin bir koltuğa yerleştirdiğini farkettim. Annemle oğlanın annesi koyu bir sohbete dalmıştı. Hemen sormaktansa annemin yanındaki koltuğa oturmayı tercih ettim. Oğlanın annesi beni fark etmişti.
"Merhaba küçük hanım. Adın ne?" dediğinde boğazımı temizledim.
"Açelya Güç. Efendim."
"Güç soyadınız mı?"
"Evet efendim."
"Peki memnun oldum o halde Açelya. Bende Emel. Sende istersen Emel dersin. Teyzeye gerek yok, tamam mı?" dediğinde başımı salladım.
"Peki Emel abla."
"Abal da yok."
"Peki Emel."
"İşte böyle!" dediğinde niye oraya geldiğimi kendime sormaya başladım.
"Açelya, bu da benim oğlum Alp. Bence siz çok iyi anlaşacaksınız. Al, hadi siz Açelya'yla içeride takılın. " dediğinde gözlerimi iri iri açtım.
"Ben sadece nasıl ve kaç şekerli çay istiyorsunuz diye soracaktım!" dediğimd eşaşkın bakışlar bana yöneldi.
"Siyah çay, şekersiz olsun." dedi annem. Emel de aynısını istediğini söyleyince yerimden kalktım. Alp'in kuyruk gibi peşimden geldiğinin farkındaydım. Mutfağa geçince hırlamaya başladım.
"Neden geldin?"
"Oldu gelmeseydim de annem beni orada öldürseydi."
"Ölseydin sende!"
"Ölmek için daha çok gencim!"
"Ne demezsin (!)" diye söylenip su ısıtıcısındaki suyu fincanlara boşalttım. Siyah çay poşetini de koyunca istedikleri çay hazırdı. Ama cidden çok sıcaktı. Ben bunları nasıl götürecektim?
Omuz silkip çay fincanlarını iki elime aldım. Sallaya sallaya ve istemeden de olsa biraz taşırarak götürüyordum. Daha bir kaç adım atmışken Alp elimdeki fincanlardan birini kaptı.
"Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdığımda sadece dil çıkardı.
"Anneme çayını ben götürebilirim." dediğinde o anki sinirimle onu dövebilirdim. Aslında koşup onu dövmek istiyordum ama koşarsam halıya çayı dökerdim. Kısacası ölüm fermanımı imzalardım.
Yavaş yavaş ilerleyip salona geldim. Alp, benden sadece birkaç adım uzaktaydı. Ama şansıma benim annem daha yakındı. Annemin önüne sehbayı çekip, sehbanın üstüne çayı koydum. Annem memnun bir edayla gülümsüyordu.
Göz ucuyla Alp'e baktığımda daha yeni annesine çayı veriyordu. Ve unutmadan büyük bir nefretle bakıyordu. her ne kadar büyüklerin ilgisini çekeceğini bilsem de Alp'e döndüm.
"Alp?" bana döndü. Kaşlarını havaya kaldırdı ve rahatsızca sordu.
"Ne?"
İyice içten gülümseyince kaşlarını çattı. Elimi ona doğru yönlendirip kapak işareti yapınca tısladı. Annneler bir bana bir ona bakıyordu.
"Sanırım siz, iyi anlaştınız." dedi Emel. Ama yuktunuşu gözümden kaçmamıştı.
Biz cevap vermeyince onlar gülümsemeye başladı.
"Harika! Çünkü yarın ikinizi de yalnız bırakmak istemiyoruz. Bu yüzden birlikte kalacaksınız!" dediklerinde Alp'in ve benim yüzümde aynı ifade vardı. İsyan.
"Hayır! Asla! Ölsemde olmaz!" diye bağrışlarımız tüm mahalleyi inletiyordu.
---
Kafasına son bir tane daha daha yastığı fırlattıktan sonra bağırdım.
"Sanki ben seninle kalmak istedim!"
"Bende istemedim!"
"Annene sorsaydın vazgeçseydi!" diye bir tane daha fırlattım. O da sinirlenmiş ve bana yerdekileri fırlatmaya başlamıştı.
Kolumu kalkan gibi kullanıyordum. Bu darbelerin acısını azaltıyordu.
"Şimdi sus ve otur yerine!" diye haykırdığımda korkmuş çocuklar gibi tıpış tıpış koltuğa yürüdü. Korku dolu bir ifadeyle bana bakıyordu. Kabul bazen cadılaşabiliyordum. Ama tepemin tası attığında o da!
Sinirle diğer koltuğu oturup kumandayı elime aldım. Açık televizyondan kanalları kurcalamaya başladım.
İşe yarar bir program yoktu.
Of, dünden beri annelerin kararını değiştirmek için herşeyi yapmıştım ama nafile! Sinirle yeşil kumandayla televizyonu kapatınca Alp'in aynı korku dolu bakışlarını üzerimde olduğunu fark ettim. Homurdanıp mutfağa gittim. Şükür gelmedi! Dolaptan annemin dün aldığı gevrekle sütü çıakrtıp kahvaltılık hazırladım. Kaseyi masaya koyunca aklıma Alp geldi. Salonun kapısından sordum.
"Gevrek istiyor musun?"
Tiksintiyle bana baktı. Benden başak kişi var mı diye arkama, sağıma ve soluma baktım. Kimseyi göremeyince sorma gereği hissettim.
"Bana mı yaptın?" dediğimde başını aşağı yukarı sallamaya başladı.
"Evet! Sonunda anladın!" dediğinde sinirle yerdeki yastığı ona fırlattım. Yüzüne gelen yastıkla koltuk biraz geriye yattı. Ve canım arkadaşım (!) "Aaa!" diye bağırdı. Canı mı yanmıştı? E, Süper!
"İyi misin?" diye nezakten sorarak yanına gittim. O da bunu fırsat bilip yanındaki yastığı bana fırlattı.
"Kendi yaşında birini bul!" diye sinirle bana attı.
Sinirden yanaklarına kadar kıpkırmızıydı. İşte buna gıcık etme diyorlar. Bu benim başarılı olduğum alan. Göz devirip yukarıya doğru çıkmaya başladım. Zil çalınca bir süre duraksadım. Kol saatime bakınca annemlerin gelmesine daha çok olduğunu gördüm. Şaşkınca geriye yürüyüp kapıya geldim. Alp çoktan kapının önüne gelmişti.
"Annemler mi geldi?" diye sorunca bilmediğini anlatmak için omuz silkti. Sonra delikten dışarıya baktı.
"Hayır, bir kız." dediğinde merakla kapının koluna asıldım. Kapı açıldığında karşıma çıkan kişiyi tanımıştım. O da yerden başını kaldırıp bana baktı.
Gözleri dolmuştu, kül rengi saçları darmadağınık bir biçimde omuzlarına dökülüyordu. Yüzü, yara bere içinde kalmış, morarmıştı. Anlaşılan zarar görmüştü. Kıyafetleri de açıkçası kokuyordu.
"Abla!" diye bağırınca benimde gözlerim doldu. Koşarak ona sarıldım. O da bana sımsıkı yapıştı.
"Senin burada ne işin var?" diye fısıltı sayılabilecek bir şekilde konuştum.
"Sonra anlatırım. Şimdi dışarıdaki taksiye para verir misin?" dediğinde başımı salladım.
Dışarıya çıkıp bahçe kapısının ardında duran taksiye koşarak gittim.
"Afedersiniz, buraya getirdiğiniz kız, ne kadar tuttu yol?" dediğimde adam taksinin açık kapısından taksimetreye baktı.
"105 lira." dediğinde şehirler arası yolculuk yaptığını anladım. Cebimde, annemin bıraktığı 100 lirayı çıkarttım. Ve geçen hafta biriktirdiğim 5 lirayı. Titreyen elimle uzattım. Adam paranın üstünü uzatınca hızla eve döndüm.